KURTARICILARDAN KURTULMAK

Nietsczhe, orijinal ismi “Also Sprach Zarathustra” olan ve Türkçeye  “Böyle Buyurdu Zerdüşt” isimli çevrilen eserinin bir yerinde: “Benim sözüm bu kulaklar için değil” der. Ben de bu sözü kullanarak diyorum ki söyleyeceğim şeyler bir insan kulağı için değildir. Varsa, duyabilecekse ve duyurabileceksem bir toplumun, bir medeniyetin kulağını muhatap almak isterim.

Dünya demografisine göre yaklaşık iki milyar kişiyle ortak olduğumuz bir medeniyetin üyesiyiz. Az bir sayı değil. Bir şuur ile bir idrak ile hareket edilebilse dünyanın hiçbir yerinde dindirmeyeceği acı, güldürmeyeceği yüz kalmaz. Tabii ki ortak bir akıl, ortak bir şuurla. Bunların olmadığı yerde de çok olmanın bir anlamı yoktur. Oysa tecrübe ile de sabittir ki sadece 313 kişi bile yeterdi. İnanmış 313 kişi. Ama kültürden siyasete kadar cemiyetinin büyük bir kesimine ahlâkî çöküntü ve ilkesizlik hâkim olmuş, sözü namus bilenlerle dürüstlüğü erdem sayanlarının azaldığı bir topluluk içinde ve civarında ne gözyaşlarını dindirebilirsin, ne acılara merhem olabilirsin ne de bir mazluma umut verebilirsin. Çünkü sen, Tanrı’yı kendi ettiklerinle kaybetmiş bir medeniyetsin. Halin Tanrı’yı hiç bilmeyen hatta inkâr edenlerden daha beter durumda. Bir tek “Allah’a inanıyorum.” diyerek cennet toplumu olduğunu zannetmek cinnet toplumu olduğunun farkına varamamaktır. Farkına varmadığında ise çözüm bulman mümkün olmayacaktır.

Stendal “Hakikat serttir.” der. Bu hakikatlerle yüzleşmeden gerçeğe dönemeyiz. Ilık rüzgârların rayihaları içinde sırtımızı sahte güneşlere verip uyumak varken bu da nerden çıktı, demek de var. Ama bu tavır, problemlerimizi çözemeyeceği gibi yeni problemleri de ortaya çıkarır, çıkarıyor da. Yine rahmetli mütefekkirimiz Erol GÜNGÖR’ün ifadesiyle: “Tefekkürün bittiği yerde şekilcilik başlar. Şekilcilik ise felsefeyi ve ilmi gelişmeyi önler.” Felsefe ve ilmin engellenmesi ise fikri bir sefaletin ve ilmi tıkanmanın vücut bulmasını sağlar. Kendine dair bir ilmi olmayan medeniyetin de beddualardan başka silahı olmaz. Zihni seviyesi düşük toplumlar meydana gelir. Sonra ne mi olur? Bu düşük seviyedeki toplumlar putsuz yaşayamaz; dokunulmazlığı olan fikir, şahıs onlar için hazır bir put seviyesinde olur. Ve o putu alabildiğine övmek serbestleşir. Hatta teşvik edilir.

         Teşvikler sonucunda prototip bir insan ortaya çıkar. Bu prototip, güdümlenebilir hatta satın alınabilir bir insandır. Çünkü güdümlenebilen, kolayca yönlendirilebilir. Yönlendirilebilen kolayca ihanet edebilir. Bu tiplerin çoğaldığı milletler müstemleke statüsünü zorluk çıkarmadan gönüllü olarak benimser.  Örnek mi? Hemen aklınıza gelen İslam ülkelerine bir bakın bakalım. Baktığımızda gördüğümüz manzara rüzgâra göre yön değiştiren, hercai kimliklerdir. Ve bu kimliklerle de çetin yollar aşılmaz.

İslâm medeniyeti dairesinde azabımız, cinnetimiz, cehennemimiz, denklemin çarpıklığından; kutsal bildiklerimizin ruhunu dışlayıp şekliyle yetindiğimizdendir. Bu durumun çözümü ise gayet net olarak madde ile manayı, akıl ile gönlü eşit oranda birleştirmektir. Ve aynı zamanda aciz olduğu halde acziyetini gizleyip, kurtarıcı edasına bürünen kurtarıcılardan da kurtulmaktır. Unutmayalım ki kalabalıklara sahip olmakla, milletler arası arenada saygın olmak, söz hakkına sahip olmak aynı şey değildir. Bu şuura eriştiğimiz vakit ne Doğu Türkistan’daki ırkdaşım ne Filistin’deki dindaşım zamane firavunlarının elinden eziyet görmeyecektir.

GÜNÜN TÜRKÇESİ İMZASIYLA:

-Fatih KUTLU-

Related posts

Leave a Comment